Kırcaali’nin Tohumları
Türk halter tarihinin büyük başarılara imza atmış iki sporcusunun da aynı topraklarda dünyaya gelmiş olması bir rastlantı olsa gerek.
Naim, 1967 yılında Bulgaristan’ın Ahatlı kasabasında gözlerini açarken, oradan 35 kilometre uzaklıkta olan Postnik’te, Mutlu ailesi, oğulları Halil’e 1973 yılında kollarını açıyordu.
İlginçtir ki, sonradan podyumlara Ayyıldız damgasını vurmayı bilen bu efsane ikili, Bulgaristan’da hiçbir zaman karşılaşmadılar.
Her ikisi de sonradan göç edecekleri Türkiye’de bir araya geldiler.
Halil “Ben haltere Naim abimden dolayı başladım” demekle kalmayıp, onun takdire şayan uluslararası başarılarının izinden ilerlemeyi bildi.
Merakımdan soruyorum; bu rüya ikili bizi dünya çapında başarılara ulaştırırken, o güne kadar, yani 1988 öncesine kadar, olimpiyatlarda kazanılan madalyaların neredeyse hepsinin güreş branşından elde edilmiş olması düşündürücü değil midir?
Ya da halter branşına o dönem göçmen vatandaşlarıyla ambargo koyan Türklerin, 2004’den günümüze benzer başarılara imza atamaması mıdır sorun olan?
Bu noktaya tekrar döneceğiz.
***
Rus-Türk savaşının yaşandığı 1877-1878 yılları, kanlı manzaralara tanık olur.
O dönem, Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanan Bulgaristan devletinin nüfusunun %23’ü Türk ve Müslümanlardan oluşuyordu.
Ardından, siyasi otoriterin Müslüman topluluğa karşı getirdiği, başta inanç özgürlüğünün kısıtlanması ve devamında o bölgedeki Türklerin, Todor Jivkov yönetimindeki bu otoriteye direnişi, yüzlerce şehit verilerek sonuçlanır.
Daha sonra bu kanlı dönem 1985 yılında maalesef daha da vahim bir noktaya gelir.
Adeta; gece ile gündüzün bir olduğu Belene Kampı, yaklaşık bin Bulgar Türk’ün köle olarak madenlerde çalıştırıldığı, içler acısı bir toplama merkezine dönüşür.
Aynı zamanda, Türklere, Bulgar isimli pasaportlar çıkarılması ile beraber, bu dehşet içeren kampta, artık Gürol amcaya ’Georgi’, Emine ablaya ’Elena’, genç İsmail’e de ’Ivan’ denilmeye başlanır.
Büyük sporcu Naim Süleymanoğlu dahi, artık resmi belgelerde ’Naim’ olarak değil de, ’Naum Shalamanov’ adı altında kayıtlara geçecektir. Naim, uluslararası arenada, yeni ismi ile Bulgaristan’ı temsil etmeye devam etmektedir.
O günün Bulgaristan’ında endişe ve karanlık hakimdir.
Naim, bir taraftan yarışmalara katılırken, aklı da ailesinin yaşadıklarındadır.
Ama o, her şeye rağmen inanılmaz işler başarmaktadır:
Gençlerde 13, büyüklerde ise 50 rekor kırar ve bunları dört yıl içinde başarır.
Ve onun için dönüm noktası, 1986 Melbourne Dünya Halter Şampiyonası olacaktır.
Bir yıl önce Melbourne’da, gençler şampiyonasında büyük başarılar elde eden Naim, şampiyonadan ayrılırken, kafasında Türkiye’ye kaçmanın sinyalleri de vardı.
Tarih Mayıs 86’yı gösterirken, bu sinyaller eyleme dönüşme noktasına geliyordu.
Kaçış için düğmeye basılır.
Melbourne’daki Türk vatandaşlarının olağanüstü yardımlarıyla Naim Türkiye’ye gitmeye hazırdır.
Dönemin Başbakanı Turgut Özal devreye girer ve serüven Naim’in Ankara’ya ayak basmasıyla son bulur.
Onun için yeni bir hayat başlamıştır. Kaybedeceği zaman yoktur.
Önünde hem 1988 Avrupa Halter Şampiyonası, hem de aynı yıl düzenlenecek olan olimpiyat oyunları onu beklemektedir. Naim kazanacağı altın madalyalara emin adımlarla yürürken, aynı dönem bir başka halter şampiyon adayı Halil Mutlu da bu serüveni Bulgaristan’da ekran başında izleyip “Acaba ben de bir gün orada olur muyum?” diye aklında geçiriyordu.
Sonuçta Halil Mutlu da 1989’da Türkiye ve Bulgaristan’ın anlaşması üzerine, Naim gibi Türkiye’ye geldi. Bütün bu gelişmenin Halil adına mutlu sonlanmasında, Naim’in tüm dünyaya “Bulgaristan’da Türklere yaşam hakkı tanınmıyor” haykırışının büyük katkısı olmuştu.
Bir anlamda, bir şampiyon, tüm dünyaya verdiği mesaj ile, bir başka şampiyon kardeşine geleceği için yol açıyordu.
Halterde 90’lı yıllarda Naim-Halil ikilisinin rüzgârı esmeye başladı. Ve buna da kimse engel olamadı...
Bir tarafta 15 yaşında dünya rekoru kırabilen ve kendi ağırlığın üç katının on kilo fazlasını kaldırabilen Naim, diğer yanda, onun izinden gitmeye çalışan ve bunu üç olimpiyat altın madalyası ile taçlandıracak Halil vardı.
1992 Barcelona Olimpiyatları’nda Naim rakiplerine fark atarken, Halil de ilk kez olimpiyatlara katılıyordu.
1996 Atlanta Olimpiyatlarına gelindiğinde, her ikisi de podyumdan olimpiyat şampiyonu olarak rekorlarla ayrıldılar.
Anımsarsanız; Naim’in o meşhur Naim-Valerios kapışmasında ’Cep Herkülü’nün kritik silkme kaldırışını elde ettikten sonra, Halil’in koşa koşa Naim abisinin yanına gelip “Naim abi...çok iyiydin. Aynen böyle devam” şeklinde ona sarılması, bu ikili arasındaki sevgi bağını ekranlara bir kez daha taşımıştı.
Yıl 2000...Sydney’de Naim, kariyerinin son noktasına gelmiştir artık.
Yaşamındaki bazı düzensizlikler, özellikle halter sporu gibi son derece ağır olan bir dalda, bu kaçınılmaz sonu getirmiştir.
Bu konuda söylenecek çok şey var ancak böylesi bir erken sonun ayrıntılarına, Naim’in anısına olan saygımdan ötürü girmeyeceğim.
Diğer yandan, aynı olimpiyatlarda Halil, abisinin başarısızlığından sonra kazandığı üçüncü olimpiyat altın madalyası ile adeta telafi eder.
Bu muhteşem ikilinin ülkeye kazandırdığı 6 olimpiyat altın madalyası, 13 dünya şampiyonluğu, 70’e yakın dünya rekoru bulunmaktadır.
Ayrıca bu sporcuların ’kendi ağırlığının üç katını kaldırabilen’ beş erkek halterciden ikisi olmaları, ayakta alkışlanacak bir başarıdır.
Naim Süleymanoğlu çok erken yaşta aramızdan ayrılırken, ardında güçlü dostluklar bırakıyordu.
Bütün ölümler üzücüdür. Ancak, genç ölümler daha bir yıkıcı oluyor.
Türk bayrağına sarılı tabutunda Naim, son yolculuğuna çıkarken, o tabuta hiç ayrılmamak istercesine sarılan iki kişi vardı o gün. Bunlardan biri kardeşi Halil Mutlu. Diğeri ise 1996’da Atlanta oyunlarında yarıştığı büyük dostu Valerios Leonidis’di.
Her ikisi de göz yaşlarına hâkim olamıyorlardı. Valerios zorlukla konuşarak mikrofonlara şunu diyordu “O sadece bir şampiyon değil. O iyi bir arkadaş. Atlanta’da onu tebrik etmeye gittim. Birbirimize sarılıp, kendisine sen şampiyonsun dediğimde, Naim bana hayır Valerios ikimiz de şampiyonuz demişti”
Bu anlayışta sporcular kolay yetişmiyor...
Onun ‘Cep Herkülü’ olmasına katkı sağlayan herkesi minnet ve saygı ile anıyorum.
Dünyanın hala “en iyi haltercisi” diye nitelendirilen, ünlü Time Magazin’in kapağında yer alan Naim Süleymanoğlu, kazandıkları ve kaybettikleri ile bir efsane sporcu olarak belleklerimize kazındı.
Kazandıkları daha çok madalyalar gibi görünse de çizdiği ’Şampiyon’ profili ile bence milyonlarca gencin her kesimden insanın sevgisi ve dostluğuydu.
Ya kaybettikleri?
Ondan çok daha fazla yararlanabilirdik. Ondan çok daha fazla şey öğrenebilirdik, ama yapamadık...
Şimdi, yazının başında bıraktığımız noktaya geri dönelim:
Örneğin Halil Mutlu. Biz bugün için, büyük başarılara imza atmış bu sporcudan yararlanabiliyor muyuz?
Acaba, spor medyasının 35 yaşındaki bir futbolcuya verdiği değer, başka daldaki sporcular için geçerli mi?
Ya da soruyu şöyle soralım:
Spor deyince sadece futbolu mu anlamamız gerekiyor?
Tabi ki hayır.
Öyleyse, her konuda olduğu gibi, işe eğitimden başlamalıyız.
Spor okul projeleri gerçek anlamda hayata geçirilmeli ve yalnızca futbol öncelikli düşünülmemeli. ’Futbol sektörünün’ para öncelikli, insan yaşamına getirdiklerini yadsımıyorum elbette. Ancak, spor ve insan temelinde düşündüğümüzde, her branş için eşitlikçi bir davranış içinde olmamız gerektiğini söylemek zorundayız.
Bunu dünyada hakkı ile yapan ülkeler var. Sonuçları da olimpiyatlardaki başarılarında net biçimde görülüyor.
Bu bilincin, başta siyasetçiler olmak üzere, yöneticiler ve medya kurumlarınca kabul görmesi gerekiyor. Kimse günü kurtarma peşinde olmamalı.
Tekraren söylüyorum; iyinin de kötünün de dünyada örnekleri mevcut.
Naim ve Halil ile başladık, onlarla bitirelim.
Belki onlardan yeterince yararlanamadık ama bundan böyle doğru planlama ve istikrarla, yeni şampiyonları sadece Kırcaali’de değil, Anadolu’nun her yöresinde bulabiliriz.
Facebook Yorum
Yorum Yazın